Fos güven değil ÖZGÜVEN!
Özgüven sıklıkla fosgüvenle karıştırılır. Hiç şüphesiz ki, şu an
toplumun, özellikle doğadan, doğallıktan, kendinden kopuk büyük bir
kısmı için özgüven zannedilen şey aslında budur, kendine güvensizliktir.
Bireyin
mutlaka özgüvene ihtiyacı vardır lakin kişi nasıl kazanıldığını
çoğunlukla bilmediğinden, farklı şekillerde, "hak edilmemiş olan güveni"
elde etmeye çalışır. Kişi kendini yüceltir, şişirir, asla sahip
olamadığı özellikleriyle, olmayan bir benliğe bürünür.
Böyle insanlar, saldırgan, karşıt fikirlere kapalı, -bireysel anlamda- başarısız, umutsuz ve mutsuz kimselerdir.
Günümüzde
insanların birbirlerini dinlememelerinin, umursamamalarının (argoda
tınlamamak/iplememek) nedeni budur, kendilerinden başkalarına bakmak
kendilerine olan mükemmelliyetlik duygusuna zarar verebilir, ayrıca
sürekli ben diyen bir bencillik içerisindeyken, sizi neden dinlesinler
ki? Bu (başkalarıyla ilgilenmek) onlara göre vakit kaybıdır, bu yüzden
özellikle birileriyle iletişime geçecekseler ya da dertlerini
dinleyecekseler, bu kişiler onlara göre, onlardan daha kötü
konumda/durumda olmalılardır, böylelikle yüce (!) benlikleriyle aciz (!)
bir benliğe kurtarıcılık / kahramanlık yapmış olurlar.
Fosgüven
kazanmak kolaydır, kendi özüyle onur duyamayan insanlar bunu sık sık,
geldikleri mevki ile, ünvanla, parayla, güzellik/yakışıklılıkla,
yaparlar, oysa bunlar geçicidir ve geçecektir, fosgüven de öyle...
Kişiler
ve pek tabi ki toplumlar da böylelikle narsizme doğru yol alırlar,
farketmeden. Herkes 1 kitap okumakla okur, 1 yazı yazmakla yazar, 1
beste yapmakla müzisyen olur, bazense hiç birşey yapmadan her şey
olurlar(!).
Sanal dünyalarda ki -buraya dikkat- "lakaplarının
altına" sörfçü, müzisyen, yazar, uzman doktor, modacı, oyuncu, falancı
filancı diyerek 50 adet "sıfat" iliştirenler onlardır, oysa; "sanatın
kimyası" adlı yazımda da ifade ettiğim üzere, sıfatlarımızı biz
belirlemeyiz, eserlerimiz ve kişiliğimiz belirler. O zamana dek, tek
ihtiyacımız olan sıfat "insan" olmaktır, insan olan her işi iyi
yapacaktır zaten.
Gerçek özgüven nasıl kazanılabilir?
Kişinin kendisini tanıması gerekir. (kendisini deriz fakat doğrusu insan sadece özünü tanır, kendini değil)
Bundaki en temel nedeni, basit bir çıkarımla bulabiliriz; kişi başkasına nasıl güvenir? İşte; kendine de öyle güvenecektir.
Güvenmek
için tanışmak yeterli midir? Birini tanımadan ona güvenemeyiz elbette,
özgüven için de kişi özünü tanımalıdır. Birini gerçekten tanıyabilmek
için, "karşılıklı olarak" tamamen dürüst ve samimi olmak zorundayız. Ona
zaman ayırmalı, bolca düşünmeli ve soru sormalıyız. Ancak, özümüze
vereceğimiz cevaplar kesinlikle doğru olmalı, aksi halde onu tanımanıza
izin vermez.
-İzninizle burada inanış felsefesi hakkında kısaca yorum yapalım...
Bunu
farketmiş başka kültür ve budizm gibi başka inanışlar da vardır.
Doğudan sıkça duyduğunuz "kendini tanı" ifadesi bu fikirden doğmaktadır.
Tasavvufta "kendini tanıyan Tanrıyı tanır", "kendi içine yolculuk
yapan, arşa yolculuk yapmıştır" gibi ifadelerin bulunma sebebi de
aynıdır. İnsan ister inanç sahibi olsun, isterse olmasın, buradaki
muntazam ve muazzam mantığa (felsefeye) hayran kalmamak mümkün değildir,
zira kendini tanıdığında kendini anlarsın, kendini anlaman diğer
herkesi anlamanın anahtarıdır çünkü aynı kaynaktan, "aynı şekilde"
yaradılmışsındır, işte tam bu noktada başka bir felsefe bizi karşılar;
"tek bir ayna, binbir biçimde" . Demek ki aynanın camı ne kadar berrak
olursa, aynadan yansıyanı (tanrıyı) görmemiz öyle net olacaktır. Camın
ardındaki sır bu muydu yoksa?
Öyleyse; özü anlamak için tanımak, tanımak için ise dürüst ve samimi olmak, düşünmek gerekiyor.
Anlamak
son geldiğimiz yerse, en (ilk) başında neden aklımıza gelmedi? Çünkü
anlamanın anlamını unuttuk. Anlamak okumaktır, okumak anlamaktır.
Belki bu yüzden islam inanışında tanrının ilk vahyi oku'ydu...
Anla denilseydi, yalnızca anlamak anlaşılabilirdi fakat okumak öyle bir kelimedir ki, içinde anlamayı barındırır.
Öyle
ya; okuduklarını anlamadan okuyanlar, ilim adamı olmak için sığ
kafalarla bilim okuyanlar, anlama derdinde olmamak özde boş, kof
kabuklar....
Dil hakkında da konuşalım lafı açılmışken, öz ve söz birbirleriyle birebir ilişkililerdir çünkü.
Türkçe
öyle manevi bir yaşantının özütüdür ki, kullandığımız deyimler,
atasözleri ve günlük özdeyişlerimiz bir çok konuda olduğu gibi "okumak"
konusunda da aydınlatacaktır bizi.
Bu sebeptendir ki, "halsizliği/çaresizliği/ pişmanlığı
yüzünden okunuyor", "mutluluğu/aşık olduğu gözlerinden okunuyor" gibi
derin söylemler kullanırız. Türkçe adeta bir bilgelik, öğreti, incelik,
bilim ve anlayış okuludur.
Her kelimesinde, deyim ve
atasözünde deneyimler, şifreler, anlam içinde anlam içinde çoklu
anlamlar şifrelenmiş, saklanmıştır. Bir başka dilde konuşarak bu denli
büyük bir derinliği anlatmak, anlatsanız da anlamak mümkün olmayacaktır.
Bu, Türkçe'nin yapısındaki manevi (incelikli) ve matematiksel mimariden
kaynaklanmaktadır.
Öyle ya, aslında her dil özeldir, daha
önceden de söylemiş olduğum gibi, "güçlü bir anadil, güçlü bir
kavrayış/algılayış demektir". Çünkü evreni dil ile okursunuz, bu
sebeptendir ki, iki tane yarım yamalak dil konuşan insanlara, dili
yozlaşmış insanlara, sömürge lisanıyla/tarzanca konuşan insanlara laf
anlatamazsınız. Zira, ne kelimelerine ne dillerine ne de kelimelerin
anlamlarına hakim değillerdir.
İnsanın özüne bu
kadar yaklaşma çabasına karşın gidilen yol çok çetrefillidir, kimi
zaman emek emek gittiğiniz güven yolları bazen başa sarmışsınız hissi
verir, kayıpsız kazanç elde etmek mümkün müdür?
Özgüven kaybı
her zaman kişinin kendisine bağlı olmayabilir, çoğu zaman, para, kötü
aile/arkadaşlık/sevgili ilişkileri, banka borcu, bedensel engeller,
bağımlılıklar, tutsaklıklar gibi dış etkenlere de bağlı kalabilir.
Her
şeye rağmen, bütün bunların varlığı dört dörtlük de olsa özgüven
sağlayamaz, hiçbirinin özgüvenle alakası yoktur fakat kendimizi anlama
mücadelemizi zorlaştırırlar, zaman geçtikçe insan farkeder ki tek
ihtiyacı olan yine özüne duyduğu güvendir çünkü özü tanıdıkça benlik
kaybolur.
Özgüvensizliğin zararları neler olabilir, özgüvensiz insanlar nasıl kullanılır, sömürülür, biyat ettirilir?
Herkesin
yaşamını sürdürebilmesi için bir dayanağa ihtiyacı vardır. Güçlü
karakterli, özgüven sahibi kişiler muhtaç oldukları bu dayanağı kendi
özlerinde bulurlar. Fakat her özgüven sahibi insan, yaşamının belirli
bir zamanında özgüvensizliği yaşamıştır, çünkü özgüven kazanımı,
düşünmek, ahlakı (dürüstlük,adalet) disipline etmek ve vakit(sabır)
işidir.
Şu ana kadar gözlemleyebildiğim 3 çeşit özgüvensizlik türü oldu ve elbet herbirimiz bu 3 yolun "en az" birinden geçmişizdir.
1) tekil kibirci 2) çoğul kibirci ve 3) tekil/çoğul alçak gönüllü özgüvensizler...
İlk iki grup özgüvensizliklerini kibre (entellektüel ağzıyla egoya) dayandırırlar, kendilerini överler.
Son grupsa özgüvensizliklerini kendilerini küçük görmeye dayandırırlar, kendilerini yererler.
1. grupta aile ilişkileri sağlam olduğu gibi, aile tarafından şımartılmış çocuklardır genellikle.
Ben
herkesten daha iyiyim, her şeyi herkesten daha iyi yaparım/bilirim
şeklinde düşünürler. Eleştiriye tamamen ya da kısmen kapalıdırlar,
genellikle kimseyi dinlemezler. Uzaktaki/ulaşamayacakları insanları
yüceltirken, yakındakilerini küçük görürler, kimi zaman da kıskanırlar.
Bütün başarısızlıklarını birilerine veya bir şeylere bağlarlar,
başarısız olmak asla onların suçu değildir. İlgiye açtırlar, ünvan
verilmesini severler.
Bu yüzden tekil hareket ederler.
(fanatik görüşlülük, bağnaz bilimcilik şeklinde görülebilir) Kendi fikir
ve görüşleri vardır ama prensipleri yoktur, düşüncelerine aykırı bir
yaşam sürdürebilirler.
2. grupta aile ilişkileri yok/yıpranmış ya da kötü durumdadır, aitlik hissiyle ve çoğul hareket ederler. Herhangi bir fikri grubu putlaştırmaya yönelik eğilim gösterirler, bu kimi zaman siyasi particilik, dini örgütlenme (cemaat) , kulüp veya takım fanatikliği, yasadışı örgütlenme ve biyat etme şekillerinde görülebilir. Eleştiriye tamamen kapalıdırlar, kimseyi dinlemezler. Ait oldukları örgütü veya düşünce/fikir putlarını savunur ve yüceltirler. Ait oldukları örgüte veya topluluğa yaranma çabasındadırlar. Kendilerine ait hiç fikirleri olmaz, sahip oldukları tüm fikir, ezberledikleri ve başkalarına ait olanlardır. Kendilerini toplu halde büyük görür, yüceltirler. Tek başlarına zayıflık gösterirler. Yönlendirmek ve kullanmak için, köleleştirmek ve biyat ettirmek için en uygun kitlelerdir. Prensipleri olmadığından dini bir örgütteyken zina, hırsızlık gibi suçları hoş görebilirlerken, solcu bir örgütteyken de amerika yapımı sigara veya giyecek tüketebilirler, dün slogan atarken yarın kapitalist bir şirkette dolgun maaşlarıyla starbakslarda kahve yudumlarken görünebilirler. Toplum için oldukça zararlılardır.
3. grup aile ilişkileri karışık olan gruptur, kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olabilir, alçak gönüllülük ve ahlaklı olmak öğütlendiği için aile sorumluluklarını üzerlerine alırlar fakat bu yıpratıcı olabilir, zira bu guruptaki kişilerde kendilerine güvensizlikle birlikte, kendini suçlama, eziklenme, asosyallik, sürekli geçmişi kurcalama, mutsuzluk, umutsuzluk, karamsarlık görülebilir. Hayatı kendilerine zindan ederler. Eleştiriye açık fakat son derece kırılgandırlar. Eleştiri karşısında yıkılabilirler.
Aile ilişkileri sağlamsa grupların içinde savrulmazlar, gruplara girebilirler fakat aitlik duygusundan değil.
Düşünceleri
değişken olabilir, başarızlıkları ve eksiklikleri kendi suçu olsa da
olmasa da, onlar bunu kendi suçları olarak alacaktır. Kendilerinden
başkalarını yüceltme eğilimdedirler. Kendi fikirleri ve görüşleri
vardır.
Özgüvensizlik sonucu insanlar; bitkin,
yılgın, tatminsiz, depresif, zaman ziyancısı, tembel, kıskanç, küfürbaz,
cahil, görgüsüz, saygısız, asosyal, bağımlı, saplantılı, başarısız,
yalancı, cinayete veya hırsızlığa meyilli, fikirlere ve insanlara veya
kendilerine düşman ve "mutsuz" olabilir, hissedebilirler.
İnsanın, özüyle anlaşabilmesi için,
diliyle,
düşünceleriyle,
kimliğiyle,
benliğiyle,
varlığıyla, bedeniyle barışık olmalıdır ki özünü tanısın, anlasın, okusun.
Bu yüzden bizleri yok etmek isteyenler öncelikle kimliklerimizi yok etmekle başlarlar!
Kimliğimizi bozabilmek için, dilimize, kültürümüze, ahlakımıza saldırırlar.
Öyle
ya; Türklüğünden, kimliğinden, kendinden utanan özgüvensiz insanlar,
ülkesini ve topraklarını, namuslarını ve onurlarını kendileriyle
birlikte altın tepside teslim etme hevesinde olan hainlerden
olacaklardır.
Özümüze dönüp baktıkça benliğimizden sıyrılır, çoğalırız, biz oluruz, herkes oluruz.
Çünkü farkedersiniz ki aslında benlik diye bir şey yoktur, "her şey hiçliktir!"
Benlik özseverlik, kişinin kendisine tapmasıdır.
Oysa gerçek özgüven kişinin özüne duyduğu güvenden ibarettir, ahlak ve çalışma ürünüdür.
Özgüvenli
insan kimseyle yarışa tutuşmaz, kimseyi kıskanmaz çünkü tek çabası
özüyledir, başkasıyla uğraşmaz, onun benliği erimiş, hiçleşmiş ve
böylelikle herkesle kaynaşmıştır, sohbet ve muhabbet halindedir.
Özüne düşman olan kimseye dost olamaz, kimseyi sevemez, asla mutlu olamaz,
özüyle barış içinde olan ise içten içe mutludur hep, kimseyi düşman görmez.
Özüne düşman olan kimseye dost olamaz, kimseyi sevemez, asla mutlu olamaz,
özüyle barış içinde olan ise içten içe mutludur hep, kimseyi düşman görmez.